Gülhan Cantürk | Yoga Felsefesi ve Güç Pancha Kosha
1089
post-template-default,single,single-post,postid-1089,single-format-standard,qode-quick-links-1.0,ajax_fade,page_not_loaded,,qode-title-hidden,qode_grid_1300,qode-theme-ver-11.0,qode-theme-bridge,wpb-js-composer js-comp-ver-5.1.1,vc_responsive

Yoga Felsefesi ve Güç Pancha Kosha

Şimdi, Yoga felsefesine göre güç nedir ?

Yoga’ nın düşünce sistemine ulaşılması istenilen ve arzu edilen güç, kişinin tüm yönleri ile kendisine hakim olması ve kendisini kontrol edebilmesidir.
Bu gerçekleştiği zaman istenilen ve arzulanan pek çok güç kendiliğinden gelecektir, kişiyi esir eden ve güçsüz bırakan istek ve arzular önemlerini yitirip manasız ve anlamsız hüviyetlere bürünecekler dolayısı ile kişinin yaşamında özlenen ve istenilen olmaktan çıkacaklardır.
Kişinin kendisine hakimiyeti ne kadar gelişirse, sahip oldugu güçte o kadar artacaktır ve bu hakimiyet onu aradığı huzura, sakinliğe ve mutluluğa ulaştıracaktır.

Bu gücü elde edebilmek ve artırmak için Yoga felsefe sistemi iki ayrı yol önermektedir. Bu iki yolun ortak özelligi kişinin kararlı, istekli ve inançlı olarak yılmadan yoluna devam etmesi, elinden gelen tüm çabayı ortaya koymasıdır.

Birinci Yol ;Kişinin önce bedenini kontrol altına almasını önerir, bunun yolu da usulüne uygun olarak asana çalışmalarının yapılması, bedenin tanınması ve disiplin altına alımasıdır, daha sonra duyular ve duygular en sonrada akıl sakinleşerek kontrol altına girer der.

Birinci yolda bedenimizi kontrol altına alınarak istediğimiz gibi yönetebilmemiz için önce onu tanımamız gerekir. Yoga’ nın felsefe sistemine göre beden dediğimizde kaba fiziksel bedenimiz anlaşılmaz, ” Pancha Koşa “ adı ile anılan beş bedenimizin varlığından bahsedilir. Bu beş bedenimiz tanınmalı ve aşılmalıdır. Şimdi bu beş bedenimizden bahsedelim.

ANNAMAYA KOŞA

Fiziksel bedenimizdir. Fiziksel beden dediğimizde etimizden kemiğimize, salgı bezlerimizden vücut fonksiyonlarımıza kadar tüm bedenimiz anlaşılmalıdır.
Bu beden bize, bu yaşamımızda geçici olarak verilmiş bir armağandır. Hiçbir kalıcılığı yoktur, doğacak, büyüyecek, yaşlanacak, ölecek ve yok olacaktır. İçsel çalışmalarda ilerlenildiği zaman fizik bedenimizin bizim için sadece bir taşıyıcı olduğu ve önemsizliği ortaya çıkar, amaç değil araç olduğu anlaşılır. Yine de fiziksel bedenimizden uzun yıllar faydalanabilmemiz için onu en iyi şekilde korumamız, eğitmemiz ve en doğru şekilde kullanmamız gerektiği ortadadır. Bununla birlikte özgürlüğe giden yolda fiziksel bedeni sağlıklı ve güçlü tutmak için gereken çaba gösterilmelidir.
Fiziksel bedenimizin bize verdikleri ve bizden istedikleri amaç olmamalıdır.

PRANAMAYA KOŞA

Enerji bedenimizdir. Yapacağımız çalışmalarla hissedilebilir ve tanınabilir hale gelecektir.
Zihinsel olarak vücudumuz içinde yer aldığı düşünülen ” Nadi ” adı ile anılan enerji kanalları, ” Chakra ” adı ile anılan enerji merkezleri bu bedenimizi meydana getirmektedir. Uygun çalışmalarla enerji bedenimizde ortaya çıkan ” Aura ” olarak adlandırılan bedenin etrafına yayılan enerji karşımızdaki hassas kişiler tarafından hissedilebilmektedir.
Pranamaya Koşa’ nın farkına varılması, uygun olarak enerjisinin yükseltilmesi bizi hem bedensel, hemde zihinsel olarak sağlıklı kılacaktır. Oysa tüm bunlar fiziksel beden için gerekli olan geçici algılardır, kalıcılıkları yoktur, o halde bunlarda aşılmalıdırki ruhumuz, benligimiz, özümüz hür kalabilsin.

MANOMAYA KOŞA

Akılsal bedenimizdir. Düşündüğümüz, fikirler ürettiğimiz, beş duyu organımızdan gelen uyarıları değerlendirdiğimiz her an, bu bedenimizle ilişki içindeyiz demektir.
Manas ” olarak adlandırılan aklımızı aktif hale getiren, beş duyu organımızdan Manomaya Koşa’ ya ulaşan algılamalardır. Biz bu duyu algılamalarımızdan birini kaybettiğimizde eksik kalırız, tümünü kaybettiğimizde ise algılamalarımız sonlanır ve herşeyden habersiz oluruz. O halde şöyle diyebilirmiyiz, biz duyularımızın esiriyiz.
Duyu organlarımızda objeler, nesneler tarafından üretilen ya da yansıtılan enerjiler, ses, koku, ışık gibi algılayabildiğimiz titreşimlerle farkındalığa ulaşırlar.
Farkındalık yoksa yanılgı vardır. Örneğin karanlıkta odanın ortasında bulunan sandalyeye çarpmak nesnenin ışık yansıtmadığı için fark edilmemesi önce duyularımızın, sorada akılsal bedenimizin yanılgısıdır. Manomaya Koşha, yani akılsal bedenimiz bir noktada fiziksel bedenimizin destekleyicisidir ve yöneticisidir ama fiziksel bedenimizin algılarına, beş duyu organımızın yanılgılarına tamamen açıkdır. Biz yoga yolunda yanılgılar içine düşebilen akılsal bedenimizi de aşmak zorunda olduğumuzu anlarız.

Bizler beş duyu organımızın algıladıklarını bilebiliyoruz, oysa Yoga’ nın bir amacı da içsel farkındalığımızın artırılması, bu şekilde şuurumuzun açılması, bunun yanında da duyu organlarımızın kapasitesini artırmak, sezgi kabiliyetimizi ortaya çıkarmaktır.
Hatta bir adım daha ileriye gidersek duyu organlarımızın algıladıklarının herşey olmadığı anlaşılır ve bu noktaya gelindiğinde makrokozmosun yani evrenin saf bilgisi ortaya çıkar.

VİJNANAMAYA KOŞHA

Zihinsel bedenimizdir. Akılsal bedenimizin ortaya koyduğu düşünceler içinden yararlı, yararsız, doğru, yanlış gibi ayrımlar yapan, en doğruyu seçmeye çalışan bu bedenimizdir.
Zihin ” Buddhi “, aklımız ” Manas ” ile bir olarak bizi yanılgılara sürükleyen ve esir eden Ahamkara olarak adlandırılan egolar ile ben duygusunu ön plana çıkartır. Zihinsel bedenimiz sürekli olarak Ahamkara’ nın tesiri altındadır, onun isteklerine bağlı kalarak kararlar verir, bu kararlarda “ Dukka ” olarak adlandırılan acıların, ıstırapların ve bizleri karamsarlığa sürükleyen herşeyin ortaya çıkmasına neden olur.
O halde zihinsel bedenimiz de tanınmalı, arındırılmalı ve aşılmalıdır.

ANANDAMAYA KOŞA

Mutluluk bedenimizdir. Fiziksel bedenimizin istediği, akılsal bedenimizin önerdiği, zihinsel bedenimizin kabul ettigi herşey bize mutluluk verir. Ama dikkat edilmesi gerekir, her mutluluk ahamkara’ nın etkisinde olmasa bile özlemleri doğurur, özlemler isteklerin başlangıcıdır, isteklerde ıstırabın ( dukka ) yaratıcısıdır.

 

İkinci Yol ; İlk önce aklın sakinliğe ulaşmasını önerir. Aklın sakinliğe kavuşması ve denetim altına alınması ile istenmeyen duygular ve davranışların kaybolacağını, aklın sakinliginin ve dengesinin düşüncelerimize, davranışlarımıza, bedenimize bundan sonrada tüm yaşantımıza yayılacagını söyler. Bunun yoluda yogunlaşma çalışmaları ( Dharana ) ve meditasyon çalışmaları ( Dhyana ) olarak gösterilir.

Aklımızı kontrol altına alabilmemiz için onun da beş özelliğini tanımamız ve aşmamız gerekmektedir.

CHİTTA İçsel fonksiyonumuz olan şuuraltı, Chitta olarak adlandırılmaktadır ve kısaca söylersek zihinsel faliyetlerimizin depolanıp birleştirilmesinden oluşmuştur.
Bunun ” Antahkarana ” olarak anılan beş alt başlığı bizim tüm yaşantımıza ve davranışlarımıza hükmetmektedir. Şimdi bunları sayalım.

Smriti: Hafıza
Pramana:Dogru bilgi
Viparyaya:Yanlış algılama
Nidra : Uyku
Vikalpa: Şüphe

Bu alt başlıklara baktığımızda içsel fonksiyonlarımızın bunların dışında başka birşey üretmediği sanısına kapılınabilir, oysa üretilen tüm düşünce formlarının bu alt başlıklardan birisinin içinde değerlendirilebileceği düşünülmektedir.

Dogru olarak yönlendirilebildiği takdirde bu içsel fonksiyonlarımız tüm yaşantımıza özledigimiz sakinliği ve huzuru verebilecektir, yinede aklımızı tam olarak kontrol altına alabilmek için şuuraltımızın depolarını açmak, burada sıkışmış korkularımız, özlemlerimiz, duygularımız ve düşüncelerimizle yüzleşmek ve şuuraltının bu fonksiyonlarınında aşılması gerekmektedir.

MANAS :Akıl ve onun ürettigi düşüncelerimizdir. Çok basit olarak söyleyecek olursak Manas, egomuzun ve toplumun yargılarının ortaya koydugu kurallara baglı olarak işlevini sürdürür.
Toplumun kuralları da genelde çıkarımcı düşüncelerden meydana gelmiştir, ancak saf sezgimiz bize çıkarımcı düşüncelerin ardındaki gerçekleri gösterebilir.

PRAGYA: Saf sezgilerimizdir, içsel sesimizdir ve biz şimdilik dahi olsa sezgilerimizin kuvvetlenip aklımızın önüne geçmesine müsade etmeliyiz. Bu, onun bize aklımızdan daha doğru olan yolu göstermesine müsade etmemiz anlamına gelir. Buna kalbimizin sesini dinlemekde diyebiliriz.
Sezgilerimizin öne geçmesindeki büyük tehlike ise Ahamkara’ nın yani egolarımızın, ben ve bencil düşüncelerimizin etkisi altında kalmış olmasıdır, O halde bize Ahamkara’ dan temizlenmiş kuvvetli bir sezgi gücü gerekir.
Bırakalım şimdilik saf sezgimiz bizim düşüncelerimizi yönlendirsin, biz saf sezgimiz ile egomuzun ve aklımızın etkisinde olan düşüncelerimizin ortaya koyduklarını birbirinden ayırt etmeyi ögrenelim.

BUDDHİ : Zihnimiz, zihinsel aktivitemizdir, daha önce Vijnanamaya Koşa bahsinde söyledigimiz gibi bize olaylar hakkında değişik çözümler öneren zihnimizdir.
Zihnimiz her zaman doğruyu söyleyip bizi en iyi yola mı götürür ?
Çoğu zaman bu pek mümkün olmaz ve bunun da cevabı hayırdır…

Arındırılmamış ise ” Ben ” duygusunun esiri olacakdır, duyu organlarımızdan gelen uyarıların etkisinde kalacaktır ve güvenilir olmadığı ortaya çıkacakdır. O halde zihnimizde aşılması gereken bir engeldir.

AHAMKARA: Kelime anlamı olarak ” aham ” ben ve ” kara ” oluşan, ortaya çıkan demektir, ahamkara’ da (benin oluşması) olarak algılanabilir. Çok kısa söyleyecek olursak bu egomuzdur ve en büyük düşmanlarımızdan birisi olarak karşımıza çıkar.
Doymak bilmez isteklerin, ikilemlerle dolu bir yaşamın yaratıcısı ve bu isteklerin uygulanması için diğer bedenlerin etkileyicisidir. Mutsuzluğumuzun, huzursuzluğumuzun nedenidir. En ummadığımız yerde, en ummadığımız şekilde, en ummadığımız zamanda karşımıza çıkmakta, sezgilerimizin, algılarımızın önüne geçmekte, kendi doğrularını ön planda tutmakta, adeta kişiyi esir almaktadır ve yoga yolunda ilerleyebilmek için mutlaka ortadan kaldırılması gereken bir engeldir.

Tüm bu anlattıklarımız kişinin önüne çıkan ve yoga çalışmalarında geçilmesi öngörülen engellerdir, bu engeller aşılmadıkca sakin ve huzurlu bir yaşama ulaşabilmek mümkün görülmemektedir. Bunlar yenildikce, yada bunlardan birkaçı yenildikce, diğerlerininde yaşamımız üzerindeki etkilerinin kayboldukları, en azından kuvvetlerinin zayıfladığı görülecektir ve böylece biz en büyük güce, doğrunun ve yanlışın çıplak gözle görüldüğü, aşırı istek ve arzularımızın kaybolduğu, toleransımızın genişledigi dünya görüşümüzün, hayat felsefemizin degiştigi bir noktaya geldiğimizi kendimize tüm yönleri ile hakim olma gücüne eriştigimizi görürüz.

Beş bedenimiz, mutluluk ve kökleşmiş arzularımız üzerine

Pancha Koşa Mudita ve  Sankalpa-Parinama üzerine

Klasik Yunan dünyasının ünlü bilicilik merkezlerinden Delphoi tapınağının duvarında Socrates’ in şu sözleri kazınmıştır.

” İnsan, kendini tanı ”

Bizler de dünyaya gelmemizin akabinde merakla bazı sorulara yanıtlar aramaya çalışırız, kendimizi ve çevremizi tanımak için çaba sarf ederiz. Bu fiziksel bedenimizin son nefesine kadar böyle devam eder. İlk ilgi odağımızda kendi bedenimiz, daha doğrusu fiziksel bedenimizdir. Sonra aklımızda sorular gelişir.

Biz kimiz? Biz neyiz ?

Ben kimim?

Hemen hemen hepimiz içinde bulunduğumuz durumdan şikayet ederiz, buna bağlı olarak sorularımızda çeşitlenir.

“Neden telaşlıyız ?

Niçin bu dünyada huzur bulamayız?

Çektigimiz çileler, acılar sahiden çekilmesi gerekenler midir?

Kaderimiz bu mudur, degiştirilemez mi? ”

İçinde bulunduğumuz durumdan çıkmanın yollarını ararız ama pekde kolay bulamayız. Çünkü, her bulduğumuz yol arkasında egonun yer aldığı, alışkanlık haline getirdigimiz arzu ve isteklerimizle süslenmiştir. Belki bir gün farkına varırız ki içine düştügümüz çıkmaz, bilgimizin eksikliğinden yada bilgimizi kullanamamaktan kaynaklanmaktadır. Bu nedenle de yoga’ nın bize ögrettigi yoldan ya haberimiz yoktur, yada bu yolun inceliklerini bir türlü aklımıza getirip uygulayamayız.

Günümüz teknolojisi ile kılı kırk yararak fiziksel bedenimizin derinliklerine inebilmek, hücre yapımıza, kromozom yapımıza kadar kendimizi tanıyabilmek mümkündür ama spritüel bedenimiz hakkında bu gelişmiş teknoloji bize yeterli bilgiyi verememekte sorularımıza ve sorunlarımıza cevaplar üretememektedir

Binlerce yıl evvel ortaya konulmuş olan yoga’ nın düşünce sisteminde bu konuya yaklaşılır. Kişi sorularına cevap bulabilmek için önce kendi varlığını çözebilmelidir. Kişi kendi varlığını çözebilmek içinde en görünür olandan, yani beş duyu organımız ile algılanabilen fiziksel bedenimizi tanımakla işe başlamalıdır. Arkasından hemen şunu akılda tutmanın gerekliliğini söyler. Beş duyu organımız sadece kendi algılıyabildiklerini bize duyurur ve yanılgılara açıktır.

Günümüz teknolojisi ile de bakılsa, beş duyu organımız ile de fark edilse ortaya konulan sonuçlar bize birşeylerin eksik oldugunu hatırlatır, sadece fiziksel bedenden ibaret olmadığımızı anlatır. Fiziksel varlığımızın yanında muhakkak birde içsel varlığımızdan, ruhumuzdan, şuurumuzdan bahsetmemiz gerekir. İşte Yoga’ nın felsefi düşüncesinde bu Atman-Vidya’dır, yani ” kişinin kendi yüce varlıgını bilmesi ” .

Bu ortaya konulduktan sonra kişinin kendi varlığını çözebilmesi için fiziksel bedenini tanıması yanında, içsel çalışmalar yaparak özünün derinliklerine inip onuda tanımasının gerekliligi anlaşılır.

Bahagavad Gita insanın benligini örten üç kılıfdan bahseder. Bunları kabadan inceye dogru sıraladıgımızda şöyle diyebiliriz.

Fiziksel beden diye algılayabilceğimiz Karana Sarira

Akılsal beden diyebilecegimiz Jiva Sarira

Süptil beden diyebileceğimiz Linga Sarira, bu beden Sukshma Sarira olarakta adlandırılır.

Bunlara Turiya Sarira olarak adlandırılan dördüncü bir beden daha ilave edilir. Bu bedenin ancak meditasyonla ulaşılan Samadhi durumunda ortaya çıktıgı kabul edilmektedir.

Kaba fiziksel bedenin ardındakini görebilmek, kişinin kendi iç benliği ile ilgili sorularına cevap bulabilmesi anlamına gelir. Upanishadlarda bu kişinin içsel yapısını çözerek Pancha Koşa olarak adlandırılan, varoluşun beş katmanına açıklık getirebildiği şeklinde anlatılmaktadır. Yoga’ nın içsel çalışmalarında bu beş beden (kılıf) tanınıp çözülerek mikrokozmos ile makrokozmosa ait bilgi deneyimlenmeye çalışılır.

Taittiriya Upanishad’ da bu konu öğrencinin, öğretmenine sordugu ” Var olmanın sırrı nedir ? ” sorusu ile başlar. Öğretmenin buna verdigi cevap çok kısadır. O, talebesine sadece kendisine bakmasını söyler.

Öğrenci bu öneriyi değerledirir, kendisine bakar ve hemen bir karar verir. “Ben organlardan ve uzuvlardan meydana gelmiş bir varlığım ” der.

Öğrencinin yaptığı gibi bizlede kendimize ilk baktığımızda fiziksel bedenimizin, Annamaya Koşa farkındalıgına varırız. Çünkü o, beş duyu organımızla iç içedir ve onlar tarafından ilk algılanan olması doğaldır. Aynaya baktıgımızda onu görürüz, ona dokunabiliriz ve onunla her an ilişki içindeyizdir. Belki de bu ilişki onu bizim için önemli ve değerli yapar, buna toplumun ve egonun etkisinide kattığımızda diğer bedenlerimizin varlığı fiziksel bedenimizin gölgesinde kalır. Yoga’nın düşünce sisteminde fiziksel beden, bizim bu ismi ilk duydugumuzda algıladıgımızdan biraz farklı olarak düşünülür. Annamaya- Koşa, etimizden kemiğimize, beş duyu organımızdan salgı bezlerimize ve tüm vücut fonksiyonlarımıza kadar herşeyi kapsamaktadır.

Yine burada Yoga’ nın düşünce sistemine göre fiziksel beden kavramını biraz açalım. Bedenimiz bize bu yaşamda kullanmamız için geçici olarak verilmiş bir armağandır, hiçbir kalıcılığı yoktur. Doğacak, büyüyecek, yaşlanacak ve ölecektir. Yanılgı içinde olan kişi fiziksel bedeninin büyüsüne kapılır, özelliklede toplum içinde beğenilmemek kaygısı ile görüntüsünün bozulmasını önleme çabaları içine girer. Bu abhinivesa olarak adlandırılır. İçsel çalışmalarda ilerlenildiğinde fiziksel bedenin bizim için sadece bir taşıyıcı oldugu daha iyi anlaşılır ve önemsizligi ortaya çıkar.

Bu fiziksel bedenimizi ihmal etmemiz anlamını doğurmamalıdır. İçsel çalışmalarda ilerleyebilmemiz ve istediğimiz noktaya ulaşabilmemiz fiziksel bedenimizden uzun yıllar en iyi şekilde faydalanabilmemiz için onu korumamız, eğitmemiz ve en dogru şekilde kullanmamızın gerekliligi çeşitli metinlerde vurgulanır.

Bu konuda kısaca şunu söyleyebiliriz. Fiziksel bedenimizin bize verdikleri ve bizden istedikleri amaç olmamalı, onun bir araç oldugu akıldan çıkarılmalıdır.

Ögrenci bu bulgusunu öğretmenine açıkladıgında öğretmen, biraz daha düşünmesini, kendi içine dogru bakmasını söyler.

Öğrenci biraz daha düşünür, fiziksel bedenini bir daha gözden geçirir ve anlarki fiziksel bedenin arkasında foksiyonlarını koruyup devam ettirebilmesi için bir başka güç saklıdır. O zaman fiziksel bedeninin canlılığını koruduğu sürece kendisinin de bu dünyada varlığını devam ettireceğini anlar. Fiziksel bedenin canlılığı sona erdiginde O’ da artık orada olmayacaktır.

O halde fiziksel bedenin arkasında olan nedir? Bu, ona yaşam veren ilk bakışda görülmeyen bir başka güç olmalıdır.

Kısa sürede onuda bulur.

Bu Pranamaya Koşa yani enerji bedenidir.

Taittiriya Upanishad’ da bu ” fiziksel bedenden daha süptil ve üstün olan Prana oradadır ” diye izah edilir.

“Evrensel yaşam enerjisi” olarak algılayabileceğimiz Prana bütün hayati foksiyonlarımızın, fiziksel bedenimizin (Annamaya Koşa), beş duyu organımızın (sanna) arkasında yer alır. Tüm organlarımız onun sayesinde işlevlerini yerine getirirler. Onun sayesinde yürürüz, düşünürüz, konuşuruz, onun sayesinde yaşamımıza devam ederiz. Prana olmadan fiziksel bedenimiz hiçbirşey yapamaz, vücudumuz üzerindeki desteği kesildiğinde ise yaşam fiziksel bedenimizi terk edecektir.

Prana’ nın vücut içindeki varlığı kendi başına fark edilemez, ancak dikkatli bir bakış nefes alıp vermenin ardında prana’ nın oldugu gerçeğini hemen kavrar. Fiziksel bedenimiz ve nefesimiz üzerine yaptığımız çalışmalarla prana enerjisini daha iyi tanımak ve hissedebilmek mümkün hale gelir.

Fiziksel bedenimizi gevşeterek, nefes alıp vermelerimizi düzenli ve sakin hale sokarak, fiziksel beden seviyesinden bir üst seviyeye çıkma çalışmaları yaptıgımızda, olasılıkla ilk deneyimlerde uyku (Nidra) bizim en büyük düşmanımız olacaktır. Uykuya yenik düşmeden şuurlu halimizi devam ettirebildiğimizde Prana seviyesine ulaşılır. Burada deneyimleyeceğimiz olasılıkla Prana’ nın dengesi ve buna bağlı olarak sakin zihinsel aktivitelerdir.

Prana tüm evreni kaplayan bir enerjidir, farklı isimlerle adlandırılsa da tekdir ve aynıdır. Mukhya-Prana (İlk Enerji), Samasti- Prana ( Tüm Enerji ) gibi isimlerle anılır. Bu enerjiden nefes yolu ile yada diğer yollarla alarak kendimize mal ettiğimiz enerji ise Vasthi-Prana olarak adlandırılmaktadır.

Öğrenci, bu bilgisinide öğretmenine götürür. Fiziksel bedenin arkasında ona hayat veren Pranamaya Koşa’ nın, yani enerji bedeninin yer aldıgını söyler. Öğretmenin yanıtı ise bunu kabul etmekle beraber, öğrencisine daha içe bakmasını ögütlemek olur.

Öğrenci çalışmalarına devam eder, kendisini yeniden sorgulamaya başlar.

Fiziksel bir bedeni vardır, bunun arkasında onu destekleyen, hayat veren enerji bedeni bulunmaktadır. Bu ikisi yanyana oldugunda bakılanın görülmesi, dokunulanın his edilmesi, duyulanın anlamlandırılması yani beş duyu organının çalışması dogaldır ama bakıpta görmediği, dokunupta hissedemediği, duyupta algılayamadığı zamanlar gelir aklına. İşte o zaman Prana’ nın arkasındada bir güç olabilecegini düşünmenin gerekliligini anlar. Fark ederki onun arkasında yönetici ve şekillendirici olarak duran akıl ( Manas ) bulunmaktadır. Bu noktaya eriştiğinde öğrenci yeni bir karar verir. ” Ben Manomaya Koşa’ yım ” yani, ben akılsal bedenim der. ” Aklım buradaysa bende buradayım “.

Düşündüğümüz, fikirler ürettiğimiz, sanna olarak anılan beş duyu organımızdan gelen uyarıları değerlendirdiğimiz her an bu bedenimizle ilişki içindeyiz demektir.

Sanskrit dilinde Manushaya insan anlamına gelmektedir, bunun kökü Manas’ dır ve akıl demektir. Aklımızı aktif hale getiren ise beş duyu organımızdan akılsal bedenimize ( Manomaya Koşa ) ulaşan algılamalardır. Akılsal bedenimiz, bu açıdan bakıldığında duyu organlarımızın esiri halindedir, çünkü onlardan gelen algılamalara tamamen açıktır.

Düşündüğümüz sürece aklımızla ilişki içindeyiz demiştik. Düşüncelerimizin karakteri Yoga’ nın sistemi içinde üç başlık altına degerlendirilir.

Bizi karanlığa, mutsuzluğa, huzursuzluğa, kararsız, saygısız, kaba ve gaddar olmaya sürükleyen, uyuşukluk, cahillik ve donukluk içinde olmamıza neden olan düşünceler Tamas olarak adlandırılır.

Hareketlilige, agresiflige, hırs, ihtiras, öfke, aç gözlülük, kıskançlık, doyumsuzluk gibi duygulara sürükleyen düşünceler Rajas olarak adlandırılır.

Neşe, huzur, mutluluk, mütevazilik gibi duygulara sürükleyen düşünceler bizim denge içinde olmamızı saglar ve Sattva olarak adlandırılır.

Aklımızla iç içe olmamız bu düşüncelerden hangisi ile meşgul olduğumuza bağlı degildir, sadece düşünmek aklımızla iç içe olmamıza yetmektedir.

Aklımız, kendisinden daha kaba olan Prana’ nın arkasındadır ve ona hükmedebilme özelliğindedir. Olaya bu açıdan bakarsak, akıl ile nefes arasında, Prana ile fiziksel beden arasında sıkı bir ilişkinin olduğunu anlarız. Buna en güzel örnek sinirlendiğimizde nefes alış verişimizin hemen degişmesini gösterebiliriz. Böyle zamanlar da nefesimiz sıklaşır, daha yüzeysel bir hal alır, içimizdeki Prana enerjisinin dengesi bozulur, aklımız karışır, sakinligini kaybeder. Bunlar hep birbirini tetikleyen olaylardır. Bu izlenimin aksini de söylemek ve yaşamakda mümkündür. Nefes alışlarımızı sakinleştirdiğimizde, yavaşlattığımızda Prana’ nın dengesinin kuruldugunu, aklımızın karışık düşüncelerden kurtuldugunu sakinlige doğru yol aldığını fark ederiz.

Her ne kadar akılsal bedenimiz, enerji bedenimiz ve fiziksel bedenimiz iç içe olsada, akılsal bedenimizin olmadığı yerde fiziksel bedenimiz ile enerji bedenimizin varlıklarını devam ettirdiklerini göz ardı etmemek gerekir. Buna en basit örnek de koma yada bitkisel hayat gibi isimlerle andığımız şuursuzluk durumudur, hatta derin uykuyuda bunların arasına dahil edebiliriz.

Öğrenci yeni bulgusunu öğretmenine götürdügünde onun eski önerisini tekrarladıgını görür ve aklın ötesinde ne oldugu sorusuna cevap aramaya başlar. Fark eder ki aklın bir konu üzerinde yogunlaşabilmesi için zihnin komutlarına, yönlendirmesine ihtiyacı vardır. Bunu anladığında öğrenci hemen karar verir. ” Ben Vijnanamaya Koşa’ yım ” , zihinsel kişiligim der.

Zihnimiz yapılması gerekenle, yapılmaması gerekeni ayıran, yapılanın doğru yada yanlış olduğuna karar veren, kişisel aktivitelerimizden sorumlu tutulan aklımızın yöneticisidir.

Zihnimiz bizim ona verdiğimiz deneyimlerle, başkasından aldığı tavsiyelerle, toplumun koyduğu kurallarla sınırlı olarak bizim onu eğittigimiz şekilde aklımızı yönetir. Zihnimizi eğitmemizin önemi burada bir kere daha anlaşılır.

Aklımızın arkasındaki güç zihindir dedik. Burada klasikleşmiş hepimizin başına gelen bir örnek verelim, bu aklımızla zihnimizin ilişkisini daha iyi ortaya koyacakdır.

Trafikde kırmızı ışık yandığında dururuz, gözlerimiz ışıktadır, kısa süre sonra aklımızında ışıkta olduğunu sanırız oysa zihnimiz bir başka mevzu üzerinde odaklanmıştır, aklımızıda peşinden sürüklemiştir, planlar yapmaya başlamıştır. Oysa gözlerimiz hala ışığı görmekte fakat bunu yeteri kadar algılayamamaktadır. Ancak dışarıdan gelen bir uyarı olduğunda zihin olayın farkına varır, aklımızı yeniden ışığı fark etmeye, içinde bulunduğumuz durumu değerlendirmeye yöneltir ve biz o anın farkına varırız, sonrada dalmışım deriz.

Öğrenci yeni başarısını öğretmenine söylediğinde, ” Ben Vijnanamaya Koşa’ yım ” , yani zihinsel bedenim dediğinde yine aynı öneri ile karşılaşır ve yeniden içsel olarak kendisini incelemesi, zihinsel kişiliğinin ardındaki gücü bularak ortaya çıkarması gerektiğini anlar.

Zihinsel bedenimizin ardında olan nedir?

Hemen ardından ikinci bir soru soralım.

Sizi üzecek eylemler yada düşünceler içinde bulunmak istermisiniz?

Buna cevabınız doğal olarak ” Hayır ” olacaktır.

Tüm eylemlerimizin ve düşüncelerimizin arkasında sonuçlarının bizi mutlu edeceklerine olan inancımız yatar. Bizi mutlu eden şeyleri yapmaktansa haz alırız, haz aldığımız şeyleri tekrarlamakta hoşumuza gider. Düşüncelerimizi, eylemlerimizi incelediğimizde sürekli aradığımızın, özlediğimizin, bulmaya çalıştığımızın mutluluk (mudita) oldugunu anlarız. Tüm yaşantımız ona ulaşmak içindir. Bunun üzerinde düşündüğümüzde, bilinçli yada bilinçsiz olarak, mutluluk ve onun özlemi tarafından yönetilmekte olduğumuz gerçeğini kavrarız.

Upanishad’ larda insanın doğal durumu olarak bahsedilen mutluluk Anandamaya Koşa’ dır. Ananda, herhangi bir şarta ve şekle bağımlı olmayan haz yada mutluluk duygusu olarak tarif edilir.

Dış etkenlerden meydana gelen mutluluk zıtlıklara bağlı degildir. Örneğin; ses yada sessizlik, güzellik yada çirkinlik, iyilik yada kötülük, kişisel tercihlerimize göre bizim mutluluk duyduğumuz tatmin edebilir. Burada daha evvel bahsettiğimiz düşüncelerimizin karakterlerini, Rajas, Tamas ve Sattva’ yı da göz önünde bulundurmamız gerekir. Kimimizi Tamas, kimimiz Rajas, kimimizi de Sattva mutlu edecekdir. Daha evvel söylediğimiz gibi bizler beş duyu organımızın ( sanna ), egolarımızın ( ahamkara ), hafızamızın (smriti) esiri halinde yaşamaktayız. Bu örnekten anlaşılacağı gibi tüm bunlar dış etkenlerden, düşünce şeklimizden, karakter yapımızdan meydana gelen mutluluktur. Upanishad’ ların, insanın doğal durumu olarak değerlendirdiği mutluluk ise dış etkenlere bağlı olmayan içsel mutluluktur.

Yukarıda söylediğimiz gibi zihnimiz belli kurallar çerçevesinde bizim onu eğittiğimiz sınırlı şekli ile aklımızı yönetmektedir. Sınırları çizildiğinde zihinsel seviyede bir özgürlükden bahsedilemiyeceği ortadadır. Bu sınırlar zihnimizin özgürlüğün önünde engeldir, özgür olamayan zihinde kendi dogal yapımız olan mutluluğu yakalayamaz. Zihin özgür halini ancak derin meditasyonla, yada huzurlu bir uykuyla yakalayabilir. Bu durumlarda zihin zincirlerini kırar, kendisini dış etkenlerden kurtarır ve mutluluğu yakaladığı iç yapısına döner.

Yoga ile terbiye edilmiş beş beden, kazanılan bu mutluluğun sürekliliğini sağlamada yol gösterici ve yardımcıdır.

Taittariya Upanishad’ da ögrencinin aklına şöyle bir soru gelir. ” Esas doğal yapımız mutluluksa, ben neden mutluluktan bu kadar uzağım ? ”

Bu sorunun cevabını bulmak için önce çevremize bakmamız, kendimize bir soru sormamız gerekir.

Biz ne kadar doğalız ?

Kuşlara bakarız, dogal yapıları uçmaktır. Balıklara bakarız, doğal yapıları yüzmektir. Çiçeklere bakarız, doğal yapıları açmaktır.

Kendimize bakarız, bizim doğal yapımız nedir? Bozulmadan kalabilmiş midir?

Buna iyimser bir cevap verebilmek malesef mümkün degildir, ancak çocuklarda bu doğal yapıyı görebilmek hala mümkün olmakta ise de gün geçtikce doğal yapıdan kopma yaşı da aşağıya çekilmektedir.

Çocuklar yürürken, koşarken hatta düşerken bile doğaldırlar, ard düşünceleri, sınırları ve kaygıları yoktur. Yemek yerken, yutmayı oyun haline getirirler. Sakin bir akla sahiptirler, günlük kaygı ve streslerden uzak, mutludurlar.

Annenin ” yemeğini ye ” feryatları belkide ilk mutlulugu bozandır. Çocuk annenin bu tutumu karşısında hızla tanışır. Anneyi memnun etmek yada feryatlarından kurtulmak için kendisini hızla yemek yemeye alıştırır. Büyüdükce hızlı yemek yemek için bahaneler artar, muhakkak yapılacak bir işi yada yetişilecek bir yeri vardır.

Çocugun Prana’ sı denge içindedir. Oyuncaklarına dalınca saatlerce onlarla oynar kendisini mutlu hisseder. Yaptığı işin düzenine değil kendisine mutluluk vermesine odaklanır. Yaşı ilerlediği zaman çevresinin de etkileri ile mükemmeliyetciliği gelişir, yanlış yapmaktan korkar olur, sakinligi kaybolur yerini endişe alır, mutluluğu uçup gitmiştir.

Yine yaşı ilerledikce sahip olduğu eşyaların varlığından haberi olur ben ve benim duyguları gelişir, sahip olduklarını kaybetme korkusu içine düşer, elde etmek istediklerine ulaşmaya çabalar. Egosunun acımasız çarkı içine düşmüştür, içsel dengesi bozulur, Prana’ nın sabit dengesi kaybolur, bu kayboluş onun mutluluğunuda peşinden sürükler. Artık o toplumun bir ferdidir, kurallar içinde yaşayacak onların arasında kaybolacak kendi dogal halinden uzaklaşacakdır. Hele günümüzde uygulanan yarışmacı ve acımasız sistemin, yine acımasız çarkları mutluluk duygusunu un ufak etmekte, dogal mutlulukdan bahsetmeyi olanaksız kılmaktadır. Artık mutluluk başkasının sahip olduğuna sahip olmak, bir başkasından daha lüks içinde yaşamak, bir başkası üzerinde baskı kurmak gibi dünyasal kavramların egoyla paralellik içinde olanları üzerine yoğunlaşmakta, sanal mutluluklar yaratılmaktadır.

Doğuşda sahip olduğumuz mutluluğumuzun ellerimiz arasından kaçıp gitmesinin macerası budur. Malesef biz onu kolayca kaybederiz, kıymetini bilemeyiz, kaybettiğimiz zamanda kolay kolay geriye getiremeyiz. Sonradan kazandıklarımızın bizim için daha değerli oldugunu düşünerek yaşantımıza devam ederiz, hatta doğal durumumuzun bu olmadığını fark bile etmeyiz, sadece özlemini çekeriz.

Bu konuyu ortaya koymak için şöyle bir fıkra anlatılır.

Zengin bir adam ormandan geçerken eşkiyalar yolunu kesmiş. Mutat oldugu üzere ” Ya canını, ya malını almaya geldik ” diyerek zengin adamı tehdit etmişler. Zengin adam durmuş düşünmüş. ” Ben bunları kazanabilmek için ne kadar çok çaba sarf ettim bilemezsiniz, böyle bir sözünüzle onları size vermek doğru gelmiyor ” demiş ve ardından ilave etmiş ” Siz benim canımı alın, o zaten bana bedavadan geldi “.

İşte Yoga, bilinçli şekilde bizim içinde oldugumuz durumdan dogal durumumuza dönmemiz için yaptıgımız çalışmalardır. Bu çalışmalarla beş bedenimizde meydana getirmek istedigimiz etkileri şöyle özetliyebiliriz.

Annamaya Koşa olarak anılan fiziksel bedenimizin rahat ve gevşek olması, Pranamaya Koşa olarak anılan enerji bedenimizin yavaş ve ritmik olması, Manomaya Koşa olarak anılan akılsal bedenimizin sakin ve rahat ve dengede olması, Vijnanamaya Koşa olarak anılan zihinsel bedenimizin bilgelikle diger bedenlerimiz arasında istenilen dengeyi kurulması. Anandamaya Koşa olarak anılan mutluluk bedenimizin bizim gerçek mutlulugu yakalıyabilmemizi saglaması.

Mutluluk bedenimizden uzaklaşmamıza neden olanları, Vasana yada Samkara şekline getirmemiz bizim yaşantımızı kökden etkileyecekdir.

Belirli şeylerin sürekli yapılması, belirli şeylerin sürekli düşünülmesi alışkanlıklarımızı ortaya çıkartır. Mudita olarak adlandırılan doğal mutluluğumuzu bozan şeylerin alışkanlık haline getirilmesi ise Prana’ nın vücudumuz içindeki dengesini etkiler. Alışkanlıklar yerleşik hal aldığında vasana adı ile anılırlar, bizi yönetmeye çalışırlar ve bunda muvaffakda olurlar, psikolojik yapımızı bozarlar, yinede düzeltilebilecek boyuttadırlar.

Vasana’ lar dahada kökleşip derinleştiginde samkara adı ile anılırlar ve bilinç altı seviyesine inerler, hafızamızın derinliklerine otururlar.

Samkara seviyesine inmiş olan düşünceler ve alışkanlıklar kişinin bir yaşamından diğerine taşınırlar.

Prana Upanishad, şuurun bedene ait oldugunu, şuur altının ise Udana olarak adlandırılan Prana’ nın bir bölümüne ait oldugunu söyler. Ölümümüzde şuuraltımız Prana ile birlikde hareket ederek Sankalpa Loka olarak bilinen, bedenin ötesine, diger dünyaya gitmektedir. Şuur altında taşıdıgımız, ruhumuzla birlikte hareket eden samkara seviyesine inmiş olan kökleşmiş alışkanlıklarımız ve arzularımız Sankalpa – Arzuları olarak adlandırılır.

Metinlerde yazıldıgına göre, bedenini kaybetmiş olan ruhlar oniki gün boyunca ölüm olayının gerçekleştigi bölgede kalmakda, bu süre zarfında kendilerini yeniden ifade edebilme olanağı aramaktadırlar. Bu süre sonunda etkileri zayıflayarak bu bölgeden ayrılırlar.

Metinler Sankalpa arzularının bizi baglayan zincirler olduğunu yazar. Bu arzuların iyi yada kötü olması önemli değildir. Yeniden doğuşta bizim doğumdan itibaren zincirlerimiz olacak karakterimizi şekillendirecek ve ruhumuzun dogal halini, özgürlügünü engelleyeceklerdir. Yine metinler, Sankalpa arzuları olmayanların Prana’ nın peşinden giden Udana’ nın etkisinden kurtulacaklarını söyler. Burada her halde çocukların ve bebeklerin karakter yapıları ile hırçın yada uysal davranışlarını incelemek bizlere konu hakkında açılım getirecektir.

Bilinçli şekilde yapılan bedensel ve içsel çalışmalarla vasana’ lardan, hatta sankalpa’ dan kurtulmak, vücut içindeki dengeyi kurmak ve pekçok hastalıkdan bu yolla uzaklaşmak, yeniden doğuşa sankalpa arzularını sürüklememek mümkündür.

Sanskrit dilinde hastalık ve sağlığın adlarına baktığımızda Swastha‘ nın, saglık anlamına geldigini görürüz, kelime anlamına baktığımızda ise ” Swa ” kendisi, ” stha ” olmak anlamını taşıdığını anlarız ve bu kişinin kendisi olması olarak yorumlanır. Hastalık anlamına gelen kelimede Aswastha‘ dır bu da kişinin kendisinden uzak olması anlamında yorumlanır.

İnsanın asıl doğasından uzaklaşması, vasana yada samkara’ların esiri haline gelmesi Prana’ nın dengesinin bozulmasına fiziksel ve psikolojik hastalıkların ortaya çıkmasına neden olur. Bu hastalıkların başında Stres, psikolojik bozukluklar, yüksek tansiyon, bazı kanser türleri, bir bakımada şeker hastalığı bunlar arasında sayılabilir.

Binlerce yıllık kadim yoga bilgilerine bakınca da görünen kendi doğamıza kendimize bakıp kendimizi en dışa kabuktan itibaren incelemeye ve dönüştürmeye başlamak bizi kısıtlayan bedensel ve zihinsel durumlardan özgürleşmek için kararlılıkla kendimizi tanıma yolculuğunu devam ettirmek. Taki doğal özümüzü ortaya çıkarıncaya kadar….Sonuçta mutluluk, huzur,  özgürlük ve heryerde yaradanın güzelliğini görebilmek…